Uzun sayılacak bir aradan sonra yeniden Washington D.C. semalarında boy göstermeye başladım. İster kader, ister karma ya da emeklerin karşılığı olarak görün yolum bir şekilde Amerika’nın başkentine dönüp geliyor. Geçen sene sonunda çalıştığım kurumdan istifamı vermiş ve yeni bir kurumda, yeni umutlar eşliğinde, kalbimde buralara tekrar eskisi kadar sık gelemeyeceğimin hüznü ile yeni bir başlangıç yapmıştım. Fakat hayatın her şeye rağmen değişik bir mizah anlayışı var.
8 aylık bir aradan sonra tekrardan her şeyini çok sevdiğim DC’de buldum kendimi. Asıl anlatmak istediğim hayatın sizin planlarınıza hiç aldırmadan kendi döngüsünde devam edip, sizi her gün durmaksızın şaşırtması değil. Bunu hepimiz yüzlerce kez tecrübe ettik. Anlatmak istediğim burada geçirdiğim 6 aya yakın sürede kurduğum ilişkiler ve o kişilerin kişisel gelişimlerini nasıl devam ettirdiği. Ve tabi ki beni nasıl değiştirdikleri…
Burada tanıştığım, uzun sohbetler ettiğim insanların çoğu eğitimli. Eğitimi bir zorunluluk olarak değil, bir hedefe varmak için kullandıkları birer araç olarak görüyorlar. Çalışırken yüksek lisans ya da doktora yapan insanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Ama asıl ilgimi çeken şey ise buradaki insanların Dünya’nın çeşitli şehirlerinde belli sürelerce bulunmaları, çoğunun bir kaç yılını orada geçirmesi ve bizim aşığı olduğumuz buralara asla bizim kadar tutkuyla bağlı olmamaları.
Bir buçuk yıl önce yurtdışı görevleri için seyahat etmeye başladığımda niyetim sadece belli yerleri görmek, fotoğraf çekmek, yemek-içmek ya da alışveriş yapmak değildi. Ben gittiğim yerlerin lokal halkının yaşam hayatlarını merak ediyordum. Kısa sürelerde tüm kültürü özümsemek mümkün olmasa da alabileceğimin en fazlasını almaya çalıştım. Ve her bulunduğum şehirden de bir şeyler alarak döndüğüme inanıyorum.
İnsanların ailelerinin bu hayat felsefesini daha çocukken verdiğini daha önceki gelişlerimde tanık olmuştum. Daha 5 yaşına gelmemiş çocukların sokaklarda kimsenin elini tutmadan yürüdüğü, çocukken bile birey olarak görüldüğü bir yetiştirme tarzının sonucunda insanlar aklı selim yaşlara eriştiğinde ise zincirlerini kırarak istedikleri ve bütçelerinin el verdiği kadar uzağa gitmeye başlıyorlar. Medyada bu yetiştirme tarzının ilerleyen yıllarda aile kurumuna zarar verdiği söylense de büyük resme baktığınızda ben oyumu bireyin kişisel gelişimi adına aileden bir miktar uzaklaşmasını normal olarak karşılıyorum.
Eskisi kadar burada yazamadığımın farkındayım. Burayı okuyan yüzlerce insan da yok, olmasını de beklemiyorum. Amacım kendime dair bir günlük tutmak. Mutlu olmadığım zamanlarda yazmayı beceremeyen amatör biriyim. Ve her konuda amatör kalmanın mutluluk getireceğine inanıyorum.
İstanbul’da günlerimi geçirirken ne yazık ki mutlu değilim. Ailem ve çok sevdiğim arkadaşlarıma rağmen İstanbul her geçen gün beni boğmaya devam ediyor. Ama burada, çoğu insanın New York dediği bir ortamda, kendim gibi davranarak günlerimi geçirebiliyorum. Açıkca söylemek gerekirse İstanbul’a dönmeyi istemiyorum…
Toparlamak gerekirse, muasır medeniyet seviyesi dediğimiz şey eğer buradaki seviyeden bahsediyor ise asla o seviyeye gelemeyeceğiz. Aradaki fark her zaman aynı kalacak ve biz yıllar sonra bugünü yakaladığımızda, onlar bir o kadar uzağa gidecekler.
Biz yıllarca “memur ol hayatın kurtulur” mottosu ile yetiştirilmiş bireylerin çocukları, biz bu mahalle bizim, o mahalle sizin diye daha çocukken bölünmüş vatandaşlar, biz göçebe olduğunu hiç gizlemeyen bir ulusun torunları, biz konuşmaya geldiğinde mangalda kül bırakmayan pos bıyıklı Türkler, biz köklerini en derinlere gömerek kendisine hareket alanı bırakmayan insanlarız. Biz bir yerlere gidince “Denizsiz yaşayamıyorum” diye ilk bahaneye sarılıp geri dönenleriz. Biz “taharet musluğu olmadan medeniyet mi olur amk” diyen, ama toplu taşımada 6 günlük ıslak bez gibi kokanlarız. Biz her başarısızlığını bahane adını verdiğimiz hediye paketlerine saran, mutsuzluğu yüzünden okunan erleriz. Biz dediğim ben, sen ve onlarız…
Evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi düşüncelere hiç bir zaman sahip olmadım. Bunda yetişdiğim ailenin katkısı var ya da yok, belki de ben böyle biri olarak doğdum. Bunu da sorgulamak gibi bir niyetim yok. Ama çocuk sahibi olan, olmayı düşünen ve bu bir deli saçmasına eşit olan satırları okuyanlara diyeceğim bir kaç cümlem var…
Çocuklarınızın ipini belli bir yaşa geldiklerinde bırakın. Nasıl bir uçurtma gibi uçtuklarını gördüğünüzde gözlerinize inanamayacaksınız…
Sayonara…
No comments