Bu hafta bitirdiğim kitaplardan biri olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört okumakta geciktiğim kitaplardan sadece bir başkasıydı. George Orwell’ın 1949 yılında yazdığı kitap, bir Jules Verne futüristliğine sahip bir dille yazıldığı tarihten çok sonra gerçekleşmesi muhtemel olaylara değinmiş. Aslında bahsedilenlerin bir çoğu şu an Dünya’nın her köşesinde uygulanmakta. Benim gibi kitabı okumakta geç kalanlar var ise gün bugündür. Bir yerden bulun ve okuyun…
Son zamanlarda okuduğum kitaplardan hoşuma giden bölümleri Evernote’a not ediyorum. Çünkü bir süre sonra okunulanları unutmamak mümkün olmuyor. Bu muazzam kitaptan aldığım notlara kaba taslak bir göz gezdirip, kısa kısa üzerine bir şeyler yazmak istedim. Yine yeniden tekrarlamakta fayda var, burada yazdıklarımın tek amacı kendime ait bir günce oluşturmak ve daha sonra dönüp yazdıklarımın neler olduğuna bakabilmek. O zaman günlük tutsana dallama denilebilir fakat bir şekilde insanlar ile de etkileşime geçmek istediğim gerçeğini yadsıyamam. Okunuyor mu dersen, bilmem derim. Neyse uzatmayalım…
“Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.”
Kitaptan aldığım ilk not işte bu iki cümle. Üzerine düşününce sonuna kadar haklı bir tespit olduğu kanısına vardım. İlişkilerimiz, taraftarı olduğumuz takımlar, partiler, dostluklar vs. hep bu felsefeden beslenen organizmalar. Aşk denen olayın, bilinç kaybına çok yakın bir çizgide dolandığı, normal şartlarda yapmayacağımız davranışları sergilememizin sebebi de işte bu içine düştüğümüz bilinçsizlikten kaynaklanıyor. Bu sebeple en son Yunanistan’a gittiğimde masadaki arkadaşlarıma “Her insanın içine bir miktar boşluk koyuyorum ki gittiğinde ayakta kalabileyim.” dememin sebebi de buydu. Fakat alkolün etkisinden tam açıklayamadım anlatmak istediklerimi. Demek istediğim bilinçsizliğe kapılmamak için tamamen bağlanmamaya çalışıyorum demekmiş. Bunu kitap bittikten sonra farkettim. Bu yanlışı da bu sebeple düzeltelim.
“Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da biliniçlenemezler.”
Bu ise birey olarak içinden çıkamadığımız, hepimizin ara ara hissettiği o boşluk duygusuna sebep olan ikilem. Bu cümlenin değili olarak “Cehalet erdemdir.” kullanılabilir diye düşünüyorum.
“Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız.”
Kitapta önemli bir yer tutan bu cümle ise bana göre insanın tüm yaşantısı boyunca inanışlarının kısa bir özeti niteliğinde. Din inancını, mutluluk inancını, başarı inancını anlatmak için çok yerinde bir cümle olabilir. İnsan olarak sona geldiğimizde hep hikayelerimiz mutlu biteceğine inanıyoruz. Aslında buna inanmak zorundayız. Yoksa bu kaotik dönemlerde bu kadar uğraşmak için tek bir sebep bulamayacağız. Ölünce son durak cennet olacak ve bize vaad edilen nimetlere kavuşacağız. Cennet tasvirlerinin aydınlık olması da bu sebepten sanırım. Yıllar süren eğitim hayatımızın sonu aydınlık bir ofis katında, bilmem ne müdürü gibi aydınlık bir sıfatla son bulmalı. Kötü günler bitmeli ve aydınlığa ermemiz, iki hidrojen ve bir oksijenin suyu oluşturması gibi kesinlikte olmalı. Oysa kimse bu olacakların garantisini bize vermedi, veremeyecek…
“Olağanüstü ayaklanmalar ve kesin görünen değişimlerden sonra bile, tıpkı ne kadar hızlı döndürülürse döndürülsün dönme ekseni doğrultusu hep aynı kalan bir jiroskop gibi, aynı düzen hep kendini yeniden dayatmıştır.”
Burada ise insan olarak en büyük kabileyetlerimizden biri olan unutma yeteneğimize değiniliyor. Başımızdan geçen onlarca tecrübeye rağmen iyiye değil de hep olduğumuz noktaya ya da daha da kötüsüne yönelmeye eğilimliyiz. Philip Zimbardo’nun ünlü Lucifer Etkisi teorisi konuyu merak edenler için yeterli bilimsel çalışmayı verecektir.
“En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır.”
Bu cümle için kesin bir kanıya varamadım ne yazık ki. Haklı olduğu noktalar var gibi ama en iyi kitapların bildiklerinden bahsetmesi az önce bahsettiğim dönüp dolaşıp aynı noktaya gelme olayına sebep olacak gibi duruyor. Bu cümlenin sonunu açık bırakacağım o yüzden.
“Yüksek kesimin amacı, bulunduğu yeri korumaktır. Orta kesimin amacı, Yüksek kesimle yer değiştirmektir. Aşağı kesimin amacı ise – bir amacı varsa kuşkusuz, çünkü Aşağı kesimin temel özelliği, ağır ve sıkıcı işlerin altında çoğu zaman gündelik yaşam dışında hiçbir şeyin bilincine varmayacak kadar ezilmesidir- tüm ayrımları ortadan kaldırmak ve tüm insanların eşit olacağı bir toplum yaratmaktır.”
İşte bu, şu an içinde buluduğumuz politik durumun net bir şekilde özeti. Zamanında ezilen bireylerin bugün başımızda olup, yıllar önce çektiklerinin benzerlerini başkalarına yaptığı, oturdukları koltukları bırakmak istemeyişleri, muhalefetin zafere giden her yol mübah diye kendini parçalaması ve yıllardır ezilenlerin bir siyasal saçmalıkla herkese eşitlikten bahsetmesi gibi yıllardır tanık olduğumuz olaylar. Çok sevdiğim bir büyüğümün sözü vardır: “İnsan varsa sürpriz yoktur.” diye. Yine Zimbardo başganın teorisine dönebiliriz ama kendimi tekrar etmeyeceğim.
“İktidar bir araç değil, bir amaçtır. Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlük kurmak için devrim yapar. Zulmün amacı zulümdür. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı iktidardır.”
Yeterince açık sanırım. Bunu açıklamaya bile gerek olduğunu düşünmüyorum.
“Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.”
İşte benim için kitabın en güzel cümlesi bu. Aklın, iyiliğin, doğruluğun kesin bir kalıba sığmayacağı, çoğunluğun davranışlarının her zaman için doğru olmadığına yönelik en kısa ve en net cevap sanırım bu olabilir.
Toparlamak gerekirse, insanoğlu varoluşundan bu yana çevresine uyum sağlamaya devam eden bir varlık. Ve hala da olmamız gereken formu bana göre yakalayabilmiş değiliz. Hata yapmaya devam ederek yolumuza devam ediyoruz. Oscar Wilde’ın dediği gibi; “ Tecrübe yaptığımız hataların bileşkesidir.” Yaptığımız hataların birleşip bize tecrübe olarak geri dönmesi ümidiyle. Konuyla, kitapla ya da herhangi bir konuda diyecekleri olanlar varsa hemen alt tarafta bulunan yorum kısmına dilediklerinizi yazabilirsiniz. Etkileşim dedik o kadar. Haydi Sayonara!
P.S: Yeter artık selfie çekmeyin arkadaş…
No comments