Bu yazının yazılmasına vesile olan şey aslında Youtube’da izlediğim, bir Dumanşarkısı olan Helal Olsun‘a yapılmış bir hayran videosu. Yunus Emre adlı kullanıcının yaptığı-bulduğu-alıntıladığı(tam emin olamadım) bu video 1 milyon tekil izleyiciyi sayısını geçmiş. Video Metin Erksan’ın yönetmenliğini, yapımcılığını ve senaristliğini yaptığı 1965 yılı yapımlı Sevmek Zamanı isimli filmin bir sahnesi ile başlıyor. Filmde Müşfik Kenter ve Sema Özcan başrollerde. Ben de bir Cumartesi günü, onlarca kez izlediğim-dinlediğim bu videonun sahnelerini kullandığı filmi izlemeye karar verdim.
Filmin kendi yapım hikayesi apayrı bir konu aslında. Film yapıldığı tarihte yani 1965’te, o dönemin Türk sinema eserlerine benzemiyor diye dağıtımcı bulamaz ve tek bir salonda gösterime girer. Kısa bir süre sonra, o tek salondan da kaldırılır. Beklenilen tada ulaşması için yıllarca fıçının içine hapsedilen üzüm gibi, yıllarca tozlu depolarda raflara çıkacağı günü bekler durur. Nihayet film yapım yılından tam 42 yıl sonra, yani 2007 yılında DVD olarak raflarda yerini alır. Böyle anlatılınca gişede beklediği başarıya ulaşamayan ama DVD ile tam bir kült olanFight Club’ı anımsatıyor…
Filmi bana öneren arkadaşımın da dediği gibi film bir miktar Sabahattin Ali’nin kült eseri Kürk Mantolu Madonna’yı anımsatmakta. Ya da bize öyle geldi. İki eserde de kişilerden önce resim ya da fotoğrafa duyulan bir aşk var. Her iki eserde de aşık olan adamların hayata dair değişik duruşları var. Buraya daha sonra tekrar döneceğiz. Sevmek Zamanı’nda Halil ile Meral’in aşklarına konuk olurken, Kürk Mantolu Madonna’da Raif Bey ve Maria Puder ile sarsılıyorduk. Kendi adıma iki eser arasında çok benzerlik bulamasamda, film ara ara aklıma Kürk Mantolu Madonna’yı getirdi. Ve hatta bir ara şunu düşündüm; Kürk Mantolu Madonna’nın hala filminin yapılmaması bir lütuf muydu yoksa Türk sinemasının içinde bulunduğu bir garabet miydi? Lütuf olduğuna karar verdim…
Sevmek zamanına dönersek; 80 dakika gibi kısa bir süreye sahip olan film bir kaç oyuncunun etrafında dönüyor, seçilen mekanlar ile tam bir hüzün ve kasvet ortamı yaratılmış. Çocukluğunu İstanbul’un klasik yazlık semti Kumburgaz’a çok yakın bir yerde geçirmiş biri olarak, kendimi tam anlamıyla sonbaharın yazlık yerleri esir aldığı o soğuk mevsimde hissettim. Film boyacı Halil’in boya yapmak için girdiği bir evde asılı duran bir fotoğrafa aşık olması ve bir yıl kadar her gün o fotoğrafı oturup izlemesi ile başlıyor. Bir sonbahar günü fotoğrafın sahibi bayan, yani Meral, adada bulunan evine geldiğinde Halil’i kendi fotoğrafına bakıp, dertli dertli sigara içerken bulur ve olaylar bu şekilde süregelir.
Halil’in bir kez gördüğü bir fotoğrafa aşık olmasının psikolojideki karşılığıobjectophilia yani obje fetişizmi. Konu ile ilgili kısa birvideoya buradan ulaşabilirsiniz. Bir hayli ilginç…
Halil film boyunca sessiz ve sakin bir karakter olarak görünüyor. Müşfik Kenter’in başarılı oyunculuğunun yanı sıra, karakterin anlatılmayan bir hikayesi olduğunu farketmek ve bu hikaye hakkında kendimizce varsayımlarda bulunmamız, Halil ile aramızdaki mesafenin iyice azalmasına, karakter ile ortak bir duyguyu paylaşmamıza sebep oluyor.
Meral karakteri ise Türk sinemasından alışık olduğumuz zengin kız tiplemesinin yanında biraz da deli bir karakteri canlandırıyor. Bunu yönetmenin kadın oyuncuya sürekli dik açıdan yaptığı, filmin ekosistemine hiçbir fayda sağlamayan kısa sahnelerden anlıyoruz. Bir diğer merak ettiğim şey ise; bayan oyuncuyu seslendiren bir dublaj sanatçısı varsa (Müşfik Kenter’e dublaj yapılmış) niçin r harflerini söyleyemeyen bir dublaj sanatçısı tercih edildiği. Acaba bu yönetmenin istediği bir şey miydi, yoksa zorunluluk-şanssızlık mıydı?
Filmin üç sahnesi ise beni tüm o dramın ve kasvetin içinden çıkarıp, ufak ufak tebessüme sevk etti. Bunlar; atış poligonu sahnesinde geçen şu diyalogla başladı. Fakir gencimizin rakibi zengin oğlan Maslak tarafındaki poligonda, 4 kişilik arkadaş grubunun önünde elindeki tüfekle şişelere ateş eder ve teker teker şişeleri kırar. Daha sonra mutlu ve mesut bir halde koşarak Meral’ yaklaşır ve “Nasıl, eğlenebiliyor musun Meral?” diye sorar. Bu replikten sonra bu ilişkinin yürümesi zaten tam bir mucize olurdu. Bir diğer sahne ise yine zengin rakipten geliyor; “Meral’e uzaktan bile bakarsan döverim seni!”. Sanırım filmdeki tüm karakterler özünde psikolojik rahatsızlıklardan şikayetci. En son sahne ise düğünden gelinlikle kaçan Meral’i takip eden zengin ve aptal damat adayımızın, kendi düğününü uzun namlulu ve dürbünlü bir tüfek ile terketmesi oluyor. Tüm bu sahnelere rağmen Sevmek Zamanında çok iyi repliklerde hayat bulmuş. Bunları es geçmek olmaz. İki tanesi şöyle;
“Birbirlerini seven insanların çocukları daha güzel olurmuş.”
“Sana aşık olarak kalmak istiyorum, işte hepsi bu kadar…”
Daha önce de söylediğim gibi 80 dakika gibi kısa bir sürede burada anlatmaya çalıştığım şeylerden çok daha fazlasını rahmetli Metin Erksan anlatmış. Toparlamak gerekirse bence film; aşkın sahip olduğu naifliği tam anlamıyla anlatmayı başarıyor. Ayrıca aşık olmak için kişinin herhangi bir bireye ihtiyacı olmadığını, bir objeye bile aşık olabileceğini ve sevmenin bireyler arasına sıkışıp kalmış bir şey olmadığından da ince ince bahsediyor. Hala izlemediyseniz, şimdi tam sırası…
No comments