Bundan bir ay öncesine kadar tekne sahibi olanlara karşı düşüncelerim ile şu an sahip olduğum düşünceler arasında muazzam bir fark olduğunu söylemem gerek. Beklenenden bir hayli uzun süren iş sebepli yurt dışı seyahatimden döndüğümde (hala o yazı dizisinin son kısmını yazamadım) çok yakın bir arkadaşım bana tekne aldığının müjdesini verdi. O zaman ne demek istediğini anlamamışım, hatta anlayamamışım. Kendisinden ve teknesinden özür dilerim…
5,85 metrelik 100 beygirlik bir Marinboat almıştı arkadaşım. Çok büyük olmayan, lüks sıfatına son bir harfle amorti kontenjanından giren ama fiyat-performans karşılaştırmasına bir de başlangıç ve aktif kullanmayı eklediğinizde boğazdaki milyon Euro bedelli teknelerden çok daha iyi olan bir tekneden bahsediyoruz. “It is Friday” ismini verdiği bu tekne ile arkadaşım Türk karasularındaki ilk deniz millerini bizle beraber aldı.
Türk insanın kaotik şehir hayatından dolayı kendine vakit ayıramadığı ve her daim bir hobi edinme sevdasının kapsama alanından çıkamadığı bir gerçek. Bir hobi edinsek bile, devamını getiremiyoruz. Süreklilik üzerimize bir türlü sinmeyen ucuz, açık parfümler gibi…
Tekne sahibi olmak tam anlamıyla nedir bunu söyleyemem. Ama kendisi ile geçirdiğim vakit, kısa sürede yaptığımız mesafe ile teknede vakit geçirmenin inanılmaz keyifli olduğunu söyleyebilirim. Tekne sahibi olmak için belli bir gelir seviyesinin üzerinde olmak gerekiyor. Çünkü tekne durduğu marinada, benzin aldığı benzincide, yol aldığı denizde ve içerisinde geçirilen zamanları daha etkin geçirmek nedeniyle içine yaptığınız harcamalar ile beklediğinizin de üzerine çıkabilir. Ama bizim gibi imece usulü, herkesin elinden geldiği kadar taşın altına elini soktuğu bir ortamda tekne özellikle erkeğin doğaya meydan okurken kullandığı bir alete, hatta uzva dönüşüyor. Denizin, gün batımının, balık tutmanın, balık tutamamanın, soğuk bir birayı yudumlamanın, mehtabın, yakamozun keyfini anlatmak gerçekten çok zor.
İşte bu gerçekler göz önündeyken ve yaz ayı gelmişken Burgaz Ada‘ya gitmesek olmazdı. Geçen hafta Pazar günü 7 kişilik bir kadro ile Burgaz Ada’ya çıkartma yapmaya karar verdik. Lakin 5,85 metrelik Marinboat’a sığmamız bir hayli zor olacağından, bizle Ada’ya gelecek başka bir arkadaşım, başka bir arkadaşından teknesini rica etmiş. Ya da direkt gidip marinadan da almış olabilir, kendisi Barbaros Hayrettin paşanın halefidir. Sonuçta bir adet 5,85 mt Marinboat 100 hp ve bir adet 9 mt Bayliner Ciera 285 ile Burgaz Ada’ya doğru Yeşilköy marinadan yola çıktık.
Bayliner Ciera 285; 2 kamaraya, mutfağa ve duşa sahip, 9 metre uzunluğu, 3 metre genişliği ve sahip olduğu 220 beygirlik motorla ideal bir tekne. Fakat bizim Marinboat kadar atak ve ekstrem hareketler sergileyemeyecek kadar da hantal bir alet. Bana sorsanız hantallık içinde rahatı mı yoksa rahatsızlık içinde hız ve ekstremi mi tercih ederdin diye, daha sorunuzu tamamlamadan yüzerek kendimi Bayliner’ın içine atardım. Evet, Marinboat ile hız ve o hızın getirdiği duygu çok değişik ama çekilen çile, ızdırap ve bedenin her yanının ıslanması benim arzusunu kurduğum şeyler değil. Marinboat ile Adalar güzergahı iddalı bir hareket kalıyor…
Burgaz Ada, Yeşilköy marinadan yaklaşık bir saat kadar sürüyor. Giderken havanın bozuk olması, dalga boyunun bizim tekne için riskli seviyelerde olması ve bir de tekne kaptanının ilk Ada deneyimi olması sebebiyle, önde Bayliner arkasında da biz şeklinde seyrettik. Bu şekilde Bayliner dalgaları kırıp, bize daha ufak dalgacıklar yarattı.
Marinboat’un ön tarafında yarım kamaradan büyük, bir kamaradan küçük bir alan var. Bu bölümü çanta ve kişisel eşyaları saklamak için kullanıyoruz. Fakat uzun mesafeli ve hızlı seferlerde içerideki her şeyin yeri değişiyor. Bu sebeple dikkatli olmak gerekmekte.1 saatlik bir yolculuğun ardından Burgaz Ada’nın Kalpazankaya tarafında tekneleri açığa bağladık ve koca bir çok şükür eşliğinde kendimizi bizi almak için gelen Zodiac’a attık.
Sayıca çok ve yüksek merdivenleri tırmandıktan sonra Kalpazankaya Restaurant‘a varıyorsunuz. Restaurant’tan aşağıya baktığınızda bağlamış olduğunuz teknelerinizi (tabi varsa) görebiliyorsunuz. İlla tekne ile gelmek durumunda da değilsiniz. Bir hayli kalabalıktı biz gittiğimizde.
Hemen garsona bir kaç meze ve ara sıcak siparişi verilerek masanın üzeri dolduruldu. “Salatayı nasıl yaptırayım?” sanırım bu ülkede her garsona ilk öğretilen cümle. Eğer garsonluk bir din olsaydı ve bir kutsal kitaba sahip olsaydı (Menu?), o kutsal kitap “Salatayı nasıl yaptırayım” diye başlardı.
Sağlık sebebi ile alkole ve bilumum yiyecek ve sebzeye uzak durmamı sağlayacak bir pehrizle, ilaçlara sahip olduğum için masaya gelen Rakı’ya zamanında çok samimi olunmuş ama daha sonra yok yere arası açılmış eski bir dost gibi ya da çok sevilmesine rağmen bir sonuca varmamış eski bir sevgiliymiş gibi dokunup, selam verdim. Koca gün de göz göze gelmemeye çalıştım.
Kalpazankaya Restaurant sahip olduğu konum, manzara, verdikleri mezeler(özellikle midye pilaki) ve son zamanların en lezzetli balığı ile beklentileri karşılıyor. Fakat, ben hayatımda işlerinden nefret eden bu kadar adamı bir arada görmemiştim. Çalışan garsonlar inanılmaz başarısız. Her mesleği icra eden insanın, ne iş yaparsa yapsın o işi severek yapması gerektiğine inanıyorum. Sevmeyerek yapılan işler, hem kişileri hem de kurumları geriye götürmekten başka bir işe yaramaz. Garsonların kötü performanslarına rağmen Kalpazankaya fiyat, kalite ve perofmans olarak gidilip, yenip, içilecek bir yer. Garsonlara pek takılmayın kafi.
Geri dönüşte havanın biraz yatışmasını fırsat bilen bizim kaptan, Bayliner’ı özgür bıraktı. Sonuçta Bayliner Kalamış marinada bağlı duran bir tekne olduğundan tüm yolu bizle gelmesi biraz saçma olacaktı. Bayliner kendini marinaya bağlamadan bir boğaz turu atmak üzere bizden ayrılırken. Biz de kuru son anlarımızı yaşıyormuşuz…
Kısaca; teknenin boyutu, modeli, fiyatı ne olursa olsun, deniz üzerinde geçirilen vakit inanılmaz keyifli. Hele bunu bir de sürekli görüştüğünüz ve hayata dair kazandıklarınızı ya da biriktirdiklerinizi beraber harcadığınız dostlarınız ile yaşıyorsanız şanslısınız demektir. Yurt dışında geçirdiğim 53 gün sonunda iyice anladığım ” Sevdiklerin olmadıktan sonra cennet, cehennemden farksızdır.” mottosunun eşliğinde, emeği geçen herkese teşekkür eder, bir kez daha şükürler olsun demek isterim…
No comments