Kararları Kim Veriyor?

0 Posted by - 06 Ağustos 2013 - Ana Sayfa, Genel

İki yıla yakın bir süredir Iphone kullanıyorum. Apple ürünü bu cihaza geçmeden de Nokia marka bir telefonum vardı. Sanırım N8 idi. Bu telefonu kullanırken arkadaşlarımdan sürekli “Iphone bambaşka, bir geçsen vazgeçemezsin, sende bu uygulama var mı?” gibisinden yorumlar ve sorular ile karşılaştım. Evet, Iphone’nun akıllı telefon piyasasına inanılmaz yenilikler kattığı ve sona ermeyecek bir patentler savaşını başlattığı su götürmez bir gerçek. Ben de bu bilgiler doğrultusunda iki yıla yakın bir süre önce Iphone 4s modeline geçtim.

Arkadaşlarım gerçekten haklıymış. Uygulamalar, telefonun özellikleri falan filan derken bir baktım, telefon elimden düşmez olmuş. Yoğun bir sosyal medya kullanıcısı ve internette gezmeyi seven biri olarak telefonum artık benim bir uzvum haline geldi.

Telefonu aldıktan kısa bir süre sonra bazı arkadaşlarımın home tuşları arıza yapmaya, on-off tuşu çalışmamaya başladı. Yere düştüğünde ön camın patlayıp, değişiminin neredeyse sıradan bir telefon parası olmasından ise bahsetmek bile istemiyorum. Tabi bir de hepimizin bildiği “Abi bunun şarjı da hemen bitiyor ya!” sıkıntısı var.

Neyse benim bahsetmek istediğim hangi akıllı telefonun diğerinden daha aklıı olduğu, hangisinin kamerası ile Ay’ın yüzeyindeki kraterleri çekebildiği ya da açık kaynak kodu mu yoksa belli sınırların içerisinde hareket imkanı veren yazılımın iyi olup olmadığı değil. Ben bu ürünlerin daha tasarlanırken belirlenen kullanım ömürlerinden, yani “Planlı Tüketim” denen olgudan bahsedeceğim…

Konuya girmeden önce şu soruyu aklımızın bir kenarına not edelim; Verdiğimiz kararları, özgür irademizi sonuna kadar kullanarak mı veriyoruz? Tercihlerimiz tamamen bizim beğenilerimiz doğrultusunda mı şekilleniyor?

Aslında her şey ampülün icadına kadar uzanıyor. Çizgi filmlerde ve beyaz perdede, parlak bir fikrin oluştuğunu belirtmek için kullanılan bu icat, planlı tüketimin oluşmasında kilit bir rol oynar.

Adolphe A. Chaillet 1901 yılında raf ömrü tükenmeyen bir ampül yapar. O ampül Kaliforniya Livermore itfaiye istasyonunda hala çalışır durumdadır. 60 watt olarak tasarlanmış ampül şu an 4 watt olarak olarak çalışmakta.

İlk ampüller seri üretime başladığında kullanım ömürleri 1500 saat civarındaydı. Zamanla 2500 saate kadar uzatıldı. Fakat daha sonra belli ampül üreticilerinin oluşturduğu Phoebus adlı bir kartel tarafından hiç bir ampül ömrünün 1000 saatten fazla olmayacağı kararlaştırıldı. 1940’lı yıllarda ise ampül ömürlerinin 1000 saat kullanım süresine ulaşıldı. Hiç bir yazılı antlaşmaya dayanmayan bu karara uymayan firmalara ise yüksek miktarda cezalar verildi.

Bernard London ise Büyük Buhran döneminde ekonomiyi canlandırmak için Planlı tüketimin zorunlu olduğunu dillendiren ilk kişi oldu. Fakat verdiği teklif asla resmi olarak kabul görmedi.

Bu konuya dahil edilecek diğer bir bilgi ise Planogram olabilir. Planogram; bir mağazada ürünlerin raflarda ne şekilde düzenlenip yer alacağını gösteren şekil ve diagramlara verilen isimdir. Hani şu Migros’a girdiğinizde sizi çiçeklerin karşılaması, gazetelerin bir köşede oluşu ve sebze reyonunun en yakın reyon olması olayı aslında itina ile çalışılmış bir bilim dalının ürünüdür. Bu sebeple her market alışverişi almak için gittiğimizden daha fazlasını alarak eve dönmemiz ile son bulur.

Ünlü endüstriyel tasarımcısı Brooks Stevens ise planlı tüketimin mucidi olmamakla birlikte, ünlenmesinde etkisi büyüktür. Yaptığı gündelik ürün tasarımları ile ürünler eskimeden yenileri ile değiştirilmesini sağlamış ve bunun ekonomiyi ayakta tutacak en önemli şey olduğunu söylemiştir.

Planlı tüketimde yapılacak harcama için kişiye bir zorlama yapılmamaktadır. Kişi özgür iradesi ile tercihler yapmakta, bunun sonucunda da ürünlere sahip olmaktadır. Tabi üretilen ürünün, kullanım ömrünün daha üretim bandında belirlenmesi kişinin tercihlerini bir hayli kısıtlamaktadır. Ayrıca, işin bir de sosyo psikolojik kısmı vardır. Yapılan reklamlar ile kişinin alt benliğine reklamı yapılan ürüne sahip olması gerektiği mesajı alttan alta verilmektedir. Buna da Algılanan Eskitme denmektedir.

Bu noktada aklıma şu soru geliyor. Asla bozulmayacak bir ürüne mi sahip olmak istiyoruz? Yoksa belirli bir ömre sahip bir ürüne mi sahip olmak tüm amacımız? Ya da aldığımız bir çamaşır makinesinin kullanım ömrü 25 yıl ve üzeri olursa, bunu üreten fabrikalarda bir süre sonra nasıl istihdam sağlanacağını düşünmek gerekiyor. Rusya’da bir dönem yapılan beyaz eşyaların hala çalışır vaziyette olduğunu da hatırlatmam gerekir.

Planlı tüketimin bir diğer örneği ise, külotlu çorap üretiminde kimya devi DuPont firmasının yaptıkları çorapların sağlamlık seviyesini düşürerek kullanım sürelerini kısaltmasıdır. Buna tersine mühendislik denebilir mi emin değilim. Yani yaptığınız bir ürün çok uzun süre dayanıyor diye, çalışanlarınıza bunun daha dayanıksızını yapmalarını söylüyorsunuz. Çok garip…

İşte tam bu noktada aklımıza herkesin tü kaka ifadesi ile baktığı “Kapitalizm” geliyor. Gündüz Vassaf’ın konu ile ilgili şu satırlarına bakalım;

“Kapitalizm sevilen bir kelime değil. Oysa yaşadığımız düzeni ayakta tutan kapitalistler. Girişimcilikleri, sermayeleri sayesinde hastalığımızı tedavi edecek yeni ilaçlar, tatilimizi en iyi şekilde geçirebilmemiz için birbirleriyle rekabet eden oteller, çocuklarımızı okutacak birbirinden iyi, hem de burs veren, özel okullarımız var. Dünyanın haberleşmesi, eğlenmesi, beslenmesi dev şirketlerin elinde. Yaptıkları işlerde başarılı olmalılar ki, devletler geleneksel rollerini giderek onlara devrediyor: ABD’de, hapisaneleri yöneten, işgal ettikleri Irak’ta, Afganistan’da güvenliği üstlenen hep özel şirketler. Kapitalizm dünyaca benimsenen bir sistem. Çin ve Rusya devlet kapitalizmine yakın. Kimi yerlerde vahşi kapitalizm egemen. Kimi yerlerde sosyal devlet anlayışıyla birlikte uygulanıyor. Günümüzde kapitalizmin rakibi yok. Ne var ki, kapitalist sistem hayatımızın vazgeçilmez parçası gibi olmasına rağmen, kimse göğsünü gere gere, “Ben kapitalistim” diye kendini tanıtmıyor. Kimsenin çocuğu, “ben kapitalist olmak istiyorum,” demiyor. Kapitalizmin, sistem olarak sosyalizmi alt etmesine rağmen, bugün bile iftiharla “Ben sosyalistim” diyenler var. Sosyalizmin günümüzde de sevilen şairleri, şarkıları var. Kapitalizmin hiç olmadı.“

Yazdıkları doğru ya da değil, ama haklılık payı olduğunu düşünüyorum.

Planlı eskitmede en başarılı firmalardan biri de Apple firmasıdır. Ki, bu yazının yazılmasına vesile olan firma da onlardır.

Apple ürünleri daha tasarlanırken kullanılan parçaların ne zaman arıza yapacağı ya da kullanım ömürlerinin biteceği bellidir. Ki bu süre de büyük ihtimalle aynı ürünün bir üst versiyonun çıkacağı tarihe denk gelir. Tabi ki elimizden elektronik cihazları düşürmememiz de buna bir etken.

Planlı tüketim ile bir kenara atılan elektronik cihazlar ise firmalar ve ülkeler için bir diğer sorunu meydana getiriyor. Artık kullanılmayan bu cihazlardan oluşan dev çöplerin geri dönüşümü ya da ortadan yok edilmesi ayrı bir konu. Eskiyen ürünler “ikinci el ürün” adı altında Afrika’nın siyasal boşluklarından faydalınarak buralara gönderiliyor. Fakat gönderilen ürünlerin kullanım süreleri dolduğu için hiçbir işe yaramadıklarını sadece orada yaşayan insanlar biliyor. Ayrıca adlarına 3. Dünya vatandaşı denmiş insanların ne kadar konuşma hakları olabilir ki?

Gana’da 20 yıl önce balık tutulan nehir kenarları, şu an elektronik cihazlardan oluşan bitmek bilmeyen çöplüklerle kaplı.

Yeraltı kaynaklarını çıkarmak, bunları üretmek, işlemek, sevk etmek, saklamak, satmak ve geri dönüşümünü yapmak içinde hatayı barındırmayan bir düzen. Ama asla kağıt üzerinde tasarlandığı gibi olmuyor. Teoride mükemmel işleyen bu sistem, pratikte çevreye ve dolayısıyla bize zarar vermekten başka bir işe yaramamakta.

Dedikleri gibi “ Doğrusal bir sistemi, sınırlı bir gezegende sonsuza kadar sürdürmek imkansızdır.”

Kafanızı biraz daha karıştırmak adına halkla ilişkilerin isim babasından da bahsetmek gerek diye düşünüyorum. Edward Barneys…

Edward Barneys aslında hani şu şanslı doğanlar diye bahsettiğimiz insanlardan. Amcası zamanın ve zamanımızın en ünlü psikoanalisti. Hatta bu terimi ve dolayısıyla her şeyini bulan adam. Sigmund Freud!

Bernays, propaganda tekniklerini ilk defa gazeteci Walter Lippman ile birlikte bilimsel bir şekilde uygulamıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, Amerika’nın İngiltere yanında savaşa girmesini sağlamak için kamu oyunun fikrini etkilemek üzere kurulan Creel komisyonu’nun da çalışmıştır.

Edward Barneys diyor ki; “Savaş bitti (I. Dünya Savaşından bahsediyor), işsiz kaldık, savaşta yaptığımız işi ,günlük normale dönmüş hayatta da yapacaktık ama “propaganda” kelimesi savaşla özdeşleşmiş bişeydi, insanlar üstünde kötü bir intiba bırakıyordu. Düşündüm, “Halkla İlişkiler” diyelim biz buna dedim. O günden beri de öyle anılıyor.“ Modern halkla ilişkiler tekniklerini Freud’un ikna tekniklerinden etkilenerek oluşturulmuştur.

Edward Bernays’ın ilk müşterisi Chesterfield sigara markasıydı. Kadınların sigara içmesinin toplumda normal karşılanmadığı bir dönemde, bu algıyı kırmak için, cemiyet hayatından ünlü kadınlara bir yürüyüşte aynı anda sigara içirtmiştir. Ve bu anı o kadar iyi planlamıştır ki, ertesi gün hem tüm yerel basında hem de global basında bu olay yankı bulmuştur.

Edward Barneys’in yaptığı işin gücünü anlamak için Guatemala’da yaptıklarına bakmak yeterlidir. Guatemala’da o dönemin yeni seçilen başkanı, yıllardır ülkesini sömüren United Fruit Company’e daha fazla müsama göstermeyeceğini söyler ve United Fruit’e tanınan ayrıcalıkları iptal eder. U.F.C. hemen Edward Bernays ile anlaşır. Edward Bernays’ın sahibi olduğu bir ajans aracılığı ile tüm medyaya Guatemala’nın Rusya’nın arka bahçesi haline dönüştüğünü ve komünizmin nefesinin enselerine kadar geldiğini sunar. İş o kadar ciddiye biner ki, zamanın Amerikan hükümeti CIA aracılığı ile Guatemala’ya müdahale eder. Yüzlerce kişi ölür. Ve kazanan U.F.C. ve Edward Bernays olur.

Edward Barneys, Amerikan halkının baleye olan ilgisini bile değiştirmiştir. 1915 yılında Diaghilev Rus Bale grubunun Amerika turnesinin tanıtımı için işe alındığında, Edward Barneys şu satırları not almıştır: ” Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir işe giriştim. Aslında dansla da kesin olarak hiçbir alakam ve ilgim yok.“ Fakat Bernays en iyi bildiği şey, insanların ilgisini bir konuya nasıl çekeceğini bilmesiydi. Turneden önce Amerika’nın önde gelen magazin dergilerine balerin ve baletlerin hayat hikayelerini, kıyafetleri ve modaya olan tutkularını gibi konuları servis eder. Aslında bale ile hiçbir alakası olmayan bu konular sayesinde hem halkın hem de moda sektörünün ilgisini çekmeyi başarır. Ve turnenin tüm biletleri tükenir. Öyle ki, zamanla küçük kızlar balerin olma hayaliyle yanıp tutuşmaya başlar. Amerikan halkının baleye olan ilgisini ise bir daha değişmeyecek şekilde değiştirir.

Hatta şu meşhur Amerikan kahvaltısı olarak bilinen bacon and eggs(domuz pastırmalı yumurta) bile Edward Barneys’in Amerikan halkına armağanıdır.

Son olarak şu terime de bir bakmakta fayda var: Choice Architecture(Seçim Mimarisi). Kendi tercihimiz olduğunu zannettiğimiz kararlar bile, bize sunulan iki şıktan bir tanesidir. Yani önümüze tercihte bulunmamız gereken iki şık konuyor. Üçüncü bir şık yok. Her ikisi de farklı yollardan da olsa, aynı noktaya çıkıyor.

Toparlamak gerekirse ki bir hayli uzun yazı oldu, Planlı Tüketim, Algılanan Eskitme, Planogram, Halkla İlişkiler adı altında yapılan Propagandalar ve seçimlerin bizim kararımızmış gibi olduğunu zannetmemize imkan sağlayan Seçim Mimarisi her gün tanık olduğumuz ama farkına çok azımızın varabildiği, belki de geleneksel silah endüstrisinden bile daha tehlikeli bir konu. Farkında olmadan zihinlerimize işlenen fikirlerin meyveleri doğrultusunda, ilerlememiz istenen noktalara doğru sürükleniyoruz. Bunun önüne geçmenin bu zamanda mümkün olduğunu ne yazık ki düşünmüyorum. Ama biraz okuyarak ve araştırarak bu kavramların farkında olmamız, belki bizi diğerlerinden bir adım ileri taşıyabilir.

Şimdi en baştaki soruyu tekrar kendimize soralım;

Verdiğimiz kararları, özgür irademizi sonuna kadar kullanarak mı veriyoruz? Tercihlerimiz tamamen bizim beğenilerimiz doğrultusunda mı şekilleniyor?

Karar sizin…

1 Comment

  • şahmet 20 Eylül 2013 - 02:25 Reply

    güzel bir yazı olmuş…ellerine sağlık üstad…

  • Leave a reply

    This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

    %d blogcu bunu beğendi: